29 Şubat 2008 Cuma

Sevgiliye sözler

* Hayat 3 şeyi sevdim; Seni, kalbimi, ümit etmeyi. Seni sevdim sensin diye, kalbimi sevdim seni sevdi diye, ümit etmeyi sevdim belki seversin diye…
* Bir gece titreyerek uyanırsan Bil ki resmini öptüğüm andır… Bir gün yaşlar süzülürse o güzel gözlerinden Bil ki bir tanem yokluğundan öldüğüm andır…
* Bugünde yarında yüreğin kadar yanındayım, kendini yalnız hissettiğinde elini yüreğine koy BeN hEp OrDaYıM
* Sıkıntı çekecek kadar gücüm, acı çekecek kadar sabrım kalmasa da seni sevecek kadar kalbim her zaman vardır.
* Hani gözler vardır sözleri anlatır, hani sözler vardır gözleri anlatır, bir de aşk vardır seni anlatır.
* Hasretinle dağları deleceğim Bu aşkla kendime geleceğim Bir ömrüm daha olsa inan Yine bir tek seni seveceğim
* Adını kalbime aşkla süsledim, yıllar yılı bir tek seni düşledim, bilmem ki nasıl bir günah işledim, selamın geliyor sen gelmiyorsun
* Yaşadığım her an Seni özlemeye itiyor beni Ağır geliyor yokluğun beklediğimsin, özlediğimsin, özlemimsin
* Sen kalbime giren bir sevda kurşunusun, seni ya orada bırakacaklar ya da çıkarırken canımı alacaklar
* Sevgilerin en güzeli seni sevmek Özlemlerin en güzeli seni özlemek Ve hayatın tadı sabah kalktığında senin var olduğunu bilmek
* Bir umut vardır hiç tükenmeyecek Bir hasret vardır çekilmeyecek, Bir de ölüm vardır bir gün elbet gelecek Ama sana olan sevgim ne ölecek ne de BiTeCeK
* Sen bir pınarsın içilen ama kanılmayan, seveni yanıltmayan, sevince yanılmayan, varlığına doyulmayan, yokluğuna DaYaNıLmAyAn…
* Sen seni özleyenlerin özleminden habersiz özlenmektesin. Sen varya sen özlenenlerin içinde en çok özlenensin.
* Seni her düşündüğümde kalbime bir yıldız çiziyorum. Benim şimdi kaç yıldızım var biliyor musun ?. Benim artık bir gökyüzüm var…
* Sen benim hayatımda olduğun sürece, ne sen kimseye rakip ne de kimse sana rakiptir… Çünkü sen benim için daima TeKsİn
* Ben seni dün sevmedim çünkü dün geride kaldı. Ben seni bugünde sevmeyeceğim çünkü bugünde bitecek. Ben seni yarın seveceğim çünkü yarınlar HiÇ BiTmEyEcEk…
* Geceler seni sevdiğim kadar uzun olsaydı eğer inan ki yeryüzüne hiç güneş doğmazdı
* Kaldırmayın cesedimi o yar gelsin görsün beni, sızlasın küçük yüreği, sonra orda gömün beni…
* Sen yoksan her şey ek**** sen varsan her şey tamam! *Sevilenler sevilmeye muhtaç oldukları için değil sevilmeye layık oldukları için sevilirler.
* SEVGİ HAK EDENE VERİLİR
* Giden gitmiştir gittiği gün benim için bitmiştir…
* Bir soluk kadar yakın, yıldızlar kadar uzak derler SEVGİ için… Uzanırsın yetişemezsin, yetişirsin dokunamazsın, dokunursun vazgeçemezsin, vazgeçersin ama uNuTaMaZsIn
* Ecele sözlü ölüme nikahlıyız, tesadüften doğduk yaşamak zorundayız, değil midir hepimizin sonu bir avuç toprak, korkumuz ölümden değil dostlar tarafından unutulmak
* Zaman; bekleyenler için çok yavaş, korkanlar için çok hızlı, yas tutanlar için çok uzun, sevinenler için çok kısadır. Ama sevenler için SONSUZLUKTUR
* SeVmEk öLmEkTiR bEnCe, BeNdE sEvMiŞTim öLmEdEn ÖnCe
* Aşk seni seviyorum demek değil, seni seviyorum derken titreyebilmektir
* Ölüm nasılsa birgün gelecek, varsın sevgim uğruna olsun
* Ya ben fazlayım ben dünyada yada bu dünya sensiz fazla bana...
* Ne senle oluyor nede sensiz... *Başını göğsüme yasladığında tek bir düşmanım vardır: O da geçip giden zaman...
* Seni düşünür , seni özlerim , Sevgilerin özlemlerin derinliğinde .Ne olur kır şeytanın bacağını birkez beni hatırla , Bir sonbahar serinliğinde..
* Kalbimi kırmak suya yazı yazmak kadar zordur. Kalbimi düzeltmek ise gece doğan güneşe dokunmaya benzer. Sen o suya yazı yazdın.Şimdi güneşin doğmasını bekle.
* Seni unutmak için and içtim gözlerin geldi aklıma vazgeçtim.
* İçim o kadar senle doldu ki... İnsanlar seni gözbebeklerimde görürler diye bakmaya korkar oldum

Reşat Nuri Güntekin Biyografisi

25 Kasım 1889 tarihinde İstanbul’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ ni bitirdi (1912). Bursa’ da başladığı (1913) öğretmenlik hayatına çeşitli okullarda devam etti. Milli Eğitim müfettişi (1931), Çanakkale milletvekili (1933-43), Paris Kültür Ateşesi ve emekli (1954) oldu, kanser tedavisi için gittiği Londra’ da öldü. İstanbul’ da Karacaahmet Mezarlığı’nda gömülü.

Yazı hayatına Birinci Dünya Savaşı sonlarında (1917) başlayan, ilk eseri de Eski Ahbap (uzun hikaye) 1917’ de basılan Reşat Nuri, 1918’ de tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayımlarken bir yandan da hikayeler (Şair Dergisi, 1918/19; Nedim Dergisi, 1919; Büyük Mecmua, 1919) yazıyordu. Çalıkuşu’ nun Vakit gazetesinde tefrikasıyla (1922) geniş bir ün kazandı. Çok hareketli bir eser olan Çalışkuşu’ nda Anadolu, ilk idealist ve aydın kızı Feride’ ye kavuştu, geniş ölçüde romana girdi. Bu roman az okumuş ve aydın, iki sınıfı da, doğal ve canlı diliyle kendine bağladı. Reşat Nuri’ nin hemen bütün romanlarında dekor olarak taşra kasaba ve şehirleri çevre, tip, çeşitli problem ve görüşleriyle Anadolu atmosferi görülür. Romanlarında sosyal ve hissi konuları işleyen yazar, küçük hikayelerinde bunların yanına mizahı da ekledi

Yazdığı, çevirdiği, kitap biçimine girmiş veya dergi, gazete sayfalarında, tiyatro repertuarlarında kalmış tüm eserlerinin toplamı yüzü bulur; bunlardan 19 tanesi telif romandır, 7 tanesi hikaye kitabı. Yazdığı, çevirdiği, uyarladığı, oynanmış, basılmadan kalmış oyunlarının sayısı roman ve hikaye kitaplarının sayısını da aşar. 7 Aralık 1956’da Londra’da öldü.

ESERLERİ

Hikaye kitapları: Tanrı Misafiri (1927), Sönmüş Yıldızlar (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930), vb.
Gezi yazıları: Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966).
Oyunları içinde en ünlüleri Balıkesir Muhasebecisi (1953) ve Tanrıdağı Ziyafeti (1955)’ dir. Bütün eserleri ölümünden sonra, eşi tarafından, bir külliyat halinde yeniden bastırıldı.

Romanları: Gizli El (1922), Çalıkuşu (1922), Damga (1924), Dudaktan Kalbe (1925), Akşam Güneşi (1926), Bir Kadın Düşmanı (1927), Yeşil Gece (1928),Acımak (1928), Yaprak Dökümü (1930), Kızılcık Dalları (1932), Gökyüzü (1935), Eski Hastalık (1938), Ateş Gecesi (1942), Değirmen (1944), Miskinler Tekkesi (1946), Harabelerin Çiçeği (1953), Kavak Yelleri (1950), Son Sığınak (1961),Kan Davası (1955),
Hikaye Kitapları: Tanrı Misafiri (1927), Sönmüş Yıldızlar (1927), Leyla ile Mecnun (1928), Olağan İşler (1930)
Gezi Yazıları: Anadolu Notları (ilk cildi 1936; ikinci cildi 1966)
Oyunları:Balıkesir Muhasebecisi (1953), Tanrıdağı Ziyafeti (1955)

HAKKINDA YAZILANLAR
Reşat Nuri Güntekin Türkan Poyraz – Muazzez Albek (Ankara, 1957)
Reşat Nuri Güntekin Hayatı, sanatı ve eserleri Muzaffer Uyguner (Varlık Yay;1967).
Romanıyla Reşat Nuri Güntekin İbrahim Zeki Burdurlu (İzmir Eğitim Ens. Yay., 1971)
Reşat Nuri’nin Tiyatro ile İlgili Makaleleri Prof.Dr.Kemal Yavuz Kültür Bakanlığı Y.
Reşat Nuri Güntekin’ in Romanlarında Şahıslar Dünyası Birol Emil (1984) adlı doçentlik tezi.


HAKKINDA YAZILANLAR

ÇALIKUŞU AİLESİ Cemal Kalyoncu
Aksiyon 20 Nisan 2002 s.385

Başta Çalıkuşu romanı olmak üzere eserleriyle Türk edebiyatının klasiklerine imza atanlardan biri olan Reşat Nuri Güntekin'in, hayatta olan eşi Hadiya Hanım ve kızı Ela Güntekin, Reşat Nuri'yi ve aileyi ilk defa Aksiyon'a anlattı
Çalıkuşu'yla beraber Anadolu'yu gezenlerimiz az değildir. Dudaktan Kalbe, Acımak, Akşam Güneşi, Kavak Yelleri ve Yaprak Dökümü'ndeki kahramanların sevinçleriyle sevinen, üzüntüleriyle hüzünlenen, hele Ateş Gecesi'yle bir insanın iç dünyasına yolculuğa çıkanlar oldukça fazladır. Reşat Nuri Güntekin sayısı 30'u aşan eseri ile çağdaş Türk edebiyatının öncülerinden biridir. Türkiye'de kitap okurlarından hemen herkes Reşat Nuri Güntekin'in eserlerinden birini okumuş, okumayanlar da filme alınmış eserlerinden birini mutlaka izlemiştir. Yani Reşat Nuri Güntekin, eserlerinde, beslendiği toplumdan kopmayarak halktan karakterlere yer verdiğinden okur nezdinde ilgiyle karşılanmış birisidir.

25 Kasım 1889 yılında İstanbul'da doğan Reşat Nuri Güntekin'in babası askeri doktor olan Nuri Bey'dir. Annesi ise Anadolu'da valiliklerde bulunmuş Çerkez Yaver Paşa'nın kızı Lütfiye Hanım. Nuri—Lütfiye çifti Reşat dışında Reşide adlı bir de kız çocuğu getirir dünyaya. Ancak Reşide çok genç yaşta vefat edecektir.

Reşat Nuri öğrencisi ile evleniyor
Askeri doktor Nuri Bey'in peşinde Reşat Nuri de Anadolu'nun bir çok yerini dolaşır. İlkokula Çanakkale İptidai Mektebi'nde başlar. Bir süre de sadece gayrimüslimlerin okuduğu İzmir Frere'ler Okulu'nda okur. Kızı Ela Güntekin anlatıyor: "Müslümanları almıyorlar oraya. Ancak babam bir gayrimüslim adıyla kayıt yaptırıyor. Bir süre sonra da hiç bir neden olmadan babası oradan alıyor ve 'Oğlum sen gez, dolaş. İnsanlara bak, doğayı tanı' diyor. Bunun üzerine babam köylere gidiyor, üzüm bağlarını dolaşıyor, insanlarla konuşuyor ve böylece başıboş bir yıl geçiriyor. Sonra babam bunu niye yaptı? diye aklına takılıyor. Farisice bilen, Arapça ve Fransızca büyük bir kütüphanesi olan babası, yani dedem de utana sıkıla 'Ben seni Rousseau'nun Emil'i gibi yetiştirmek istedim' cevabını veriyor ona." Reşat Nuri'nin yazar olmasında bu hadisenin önemli rolü olmuştur herhalde: "Bu olay babamı, birtakım olayları düşünmeye, izlemeye yöneltmiştir diye düşünüyorum." Reşat Nuri daha sonra İstanbul'a gelir ve Saint Joseph'ten mezun olur. 1912'de Darülfünun Edebiyat Fakültesi'ni bitirir. Bir yıl sonra da uzun yıllar sürecek öğretmenliğe ilk adımını Bursa Sultanisi'nde Fransızca öğretmenliği yaparak atar. İstanbul'a döner, Vefa ve Erenköy Lise'lerinde müdürlük, Kabataş, Galatasaray, İstanbul Erkek Lisesi ile Çamlıca ve Erenköy Kız Liselerinde de 1931 yılına kadar Türkçe, edebiyat ve felsefe dersleri başta olmak üzere çeşitli dersler verir. 1917'den itibaren eserleri gazetelerde tefrika edilen Reşat Nuri Güntekin 1927 yılında da, Erenköy Kız Lisesi'nden yeni mezun olan öğrencisi Hadiye Hanım ile evlenir: "Annemin sesi çok güzelmiş. Okul idaresi eğitim için yurt dışına göndermeyi düşünmüş ama annemin babası izin vermemiş. Annem parıltıları olan bir kadın. Okusaydı iyi bir yere gelebilir ya da iyi bir opera sanatçısı olabilirdi." Hadiye Güntekin, sıtma konusunda yapmış olduğu mücadeleleri ile bilinen İzmitli Dr. Feyzullah İzmidi'nin torunudur: "Hiç birikimi olmayan bir adamın gidip burjuva ailesinin kızıyla evlenmesi sıradan bir şey değil. Babam halk adamı ama kendisini yetiştirmişti."

Feyzi Paşa ailesinin diğer fertleri soyadı kanunundan sonra 'paşaoğlu' dememek için Generalfeyzioğlu soyadını alır. Aileden Erol ve Feyzi iş adamı olur. Reşat Nuri'nin kayınpederi, yani Hadiye Hanım'ın babası ise damadının Güntekin olan soyadını alacaktır. Bugün 94 yaşında olan Hadiye Güntekin ise, eşiyle beraber son yıllarını geçirdiği Levent'teki, duvarları kocasının resimleriyle dolu evinde yaşamaya devam etmektedir.

Yazar, büyükelçi ve milletvekili Ruşen Eşref Ünaydın'ın teyzesinin oğlu olan Reşat Nuri Güntekin, 1931'den 1939 senesine kadar Milli Eğitim müfettişliği yapar. 1939'da ise milletvekili seçilerek Çanakkale'yi temsilen bir dönem Meclis'te bulunur: "Parti (CHP) adına Çanakkale'ye gidip teşkilatın düzensizliğini rapor ederek Çanakkale'nin CHP için elden gitmekte olduğunu anlattığı bir belge geçmişti elime. Ama babamın aktif bir siyasi hayatı olduğunu düşünmüyorum." Piyes de yazan Reşat Nuri Güntekin milletvekilliğinden sonra 1947 yılına kadar Milli Eğitim Başmüfettişliği yapar. Bundan sonra 1954'e kadar da Paris Kültür Ataşeliği görevinde bulunur. UNESCO'da Türkiye Temsilciliği ve talebe müfettişliği onun son resmi görevidir.

Ela kızla yapılan yürüyüşler
Güntekin çifti evliliklerinin üzerinden uzun süre geçtikten sonra çocuk sahibi olur. 1941'de doğan tek çocukları için Reşat Nuri kızının hatıra defterine bakın neler yazmıştır: "11 Mart 1951, Ela kızım, ben çocukken, senin yaşında iken, gökyüzündeki aya bakardım, 'Ay dede ay dede, oğlun kızın çok dede, birini bana versene, Allah sana çok vere' diye dua ederdim. Ay dede beni işitti. Çocuklarının birini bana verdi 'adı Ela kız olsun' dedi. 'Benim kadar çok ömrü, benimkiler kadar güzel çocukları olsun' dedi. Ela kızın babası Reşat Nuri Güntekin."

Aile Paris'te olduğu yıllarda Ela da eğitimine burada başlar: "Hem Almanlar'ın müttefiki hem Müslüman olduğumuz için o zaman okulda çok aşağılandığımı biliyorum. Ama ben intikamımı iyi notlarla aldım." Aile Türkiye'ye dönüş yaptığında küçük Ela da ilkokul beşinci sınıfı Nişantaşı'ndaki Nilüfer Hatun İlkokulu'nda okur. Ela Güntekin, o yıllarda Reşat Nuri için çok iyi bir yürüyüş arkadaşıdır: "Çok nazik bir adam. O zaman babalar şimdikiler gibi değil. Ne bileyim, çocuklarını dizlerinde hoplatmazlar, beraber birtakım şeyler paylaşmazlardı. Çocuk daha ayrı bir kategoride idi. Bir de tabii yaş farkı vardı. 1951'de taşındık Levent'teki bu eve. Karşımız mısır tarlası, dutluktu ve deniz görünürdü. Önümüzdeki şu Nispetiye Caddesi daracık ve çamurlu bir patika idi. Uzun uzun yürüyüşler yapardık babamla burada."

— Ne konuşurdu yürüyüşlerde?
Bir kere didaktik bir konuşması yoktu. Fakat ne bileyim gökteki bir yıldıza takılırdı. Fuzuli'nin derinliğinden, Allah kavramından, etikten bahsederdi ama bütün bunlar öğretici bir şey değildi. Sanki kendi kendine konuşuyormuş gibiydi daha çok.

— Siz kaç yaşında idiniz?
12—13 ama bizim eve çok kitap girerdi. Çok okurdum. Ben bir de Dame de Sion'da okuyordum. Oranın da teşvik edici bir yanı vardı. Çok küçük yaşta düşünmeye başladım diyebilirim. Zannediyorum ben de arada sorular soruyordum. Hatta son yaz Büyükada'da yaptığımız uzun yürüyüşlerde şunu dediğim olmuştur. Ben bunların hepsini kavrayamıyorum. Babam bunları bana niye anlatıyor?

— Sizi dert ortağı gibi mi görüyordu?
Olabilir ama dert ortağı da doğru bir laf değil. Yani içinin dolu ve konuşmak ihtiyacında olduğunu hissediyordum. Mesela isim vermeden ne bileyim, uğradığı düş kırıklıklarından söz ediyordu. Bir arkadaşın dostluğundan kaynaklanabilecek düş kırıklıklarından, insanların buna hazır olmaları gerektiğine kadar... Fakat sevgi dolu bir insandı. Birine ne kadar kızsa, öfkeli öfkeli gelir, anlatır, sonra 'Hay Allah' derdi. Böyle kin tutmayan, herşeyi geniş gören, son derece de nazik. Kimseye kötü bir söz söylediğini, bir kalp kırdığını görmedim. Fakat yine de tabii evde bir otoritesi vardı.

— Peki nereden besleniyordu?
Bu gezintileri yapıyoruz dedim ya. Levent çarşısı yeni kurulmuş, Teksas'ta bir kasaba gibi bir yer burası. Çıkardık babamla, ayakkabıcı, bakkal, aktar, kasap kim varsa dolaşırız. 'O buyur Reşat Bey, bir çay, kahve iç' derlerdi. Ve sohbet ederdi o insanlarla.
'Evimiz manastır gibi idi'

— Ne konuşurdu halkla?
Kitap konuşulmazdı bir kere. Biraz memleket meselesi konuşulurdu. Konuştuğu kişinin oturduğu yere dair bilgiler alırdı. Ama hiç bir zaman evde, oturulsun da, rakı sofrası kurulsun da, başka yazarlar da gelsin hep beraber içelim böyle bir şey yoktu. Bizim evimiz bir manastır gibi idi. Keyifsiz bir manastır değil ama, böyle bir yazar çizer takımı gelmezdi. Sonra, iki gün evde otursa 'Benim canım biraz sefalet istiyor' derdi.

— Sefalet?
Yağmur çamur. Eskiden buradan (Levent'ten) Babıali'ye gitmek kolay değildi. 40 dakikada bir otobüs vardı, yollar çamur içindeydi, sonra kendisi çok genç değildi.
Yalnız aile dostu bir doktor Talat Bey vardı. Daha çocukluğumda da iki tane arkadaşı vardı, Tatar Abdurrahman Bey ve Giritli Fahri Bey. Galiba bir yerde memurdular. Giritli Fahri Bey keyifli bir adamdı, Ada'ya gelirken yanına gramofonunu getirir Rum plakları çalar, şarkılar söylerdi filan.

'Babam pratik biri değildi'

— Kitaplarından iyi para kazanabiliyor muydu?
Hayır, hayır, hayır. Çok az, belki biraz Çalıkuşu'ndan kazanmıştır. Babamın hiç pratik birşeysi olmadığı için kimse de ona bir telif hakkı ödemiyordu. Vefatından sonra annem gerçekten bir mücadele verdi ve eserlerin topluca İnkilap'ta basılmasını sağladı.
Annem daha pratikti. Ne bileyim annemle bir bankaya gidecek olursak müdürün yanına çıkar beş dakikada işimiz hallolurdu. Babamla bir yere gidecek olursak kuyruğa girerdik. Ya da bir kitabını basmışlar, yayınevinden alacağı var, para ödemiyorlar, Babıali'den aşağı inerken kaldırım değiştirir 'O kitapçının önünden geçmeyeyim, Reşat Nuri para istiyor demesinler' diye düşünürdü. Bunlar çok zamanı geçmiş şeyler. Şövalye gibi.

— Yalnızlık ne derece etkindi hayatında? Yürümeniz dışında başka neler yapardı?
Yalnızlık dediğimiz zaman mesela o UNESCO'da görevli olduğu zaman birtakım toplantılardan sonra eve gelir ve anneme mi anlatırdı, kendi kendine mi konuşurdu bilmiyorum ama evde uzun uzun böyle dolaşarak kızgınlıkla bir şeyler anlattığını hatırlıyorum. Mısır veya Araplar'ın Türkler'e karşı birtakım girişimlerinden söz eder, kendi yaptığı birtakım müdahalelerden bahsederdi. Yalnızlık derken odasında yalnızdı tabii. Ama bir meyhaneye gitsin, bir kahveye gitsin, böyle şeyleri yoktu. O şeyleri belki çoktan kapatmıştı.
— Sizin anlattıklarınızdan evcimen bir yazar tipi çıkıyor ortaya. Yazısını yazan, işine giden, onun dışında çok fazla bir şeye karışmayan...

'Kahvaltımı babam hazırlardı'
Evet ama ben ona evcimen demem. Evin idaresi, bilmem nesi annemin üstünde idi. Şöyle bir şey var, çocukken, benim odam onunkinin karşısında idi. Ben yatardım ama onun odasından ışık vurur ve daktilo sesi gelirdi. O daktilo sesi müthiş bir güven verirdi bana. O ses büyülemiştir beni. Orada yalnızdı.

— Yazılarını ne zaman yazardı?
Gündüz yazmıyordu. Akşam mesela 21:30 —22:00'de odasına çekilir sabaha kadar... Ama yazıyor mu, çalışıyor mu, okuyor mu? Fakat ben hep o daktilo sesini duyardım. Sabah da beni 7:00'de kaldırır, bana kahvaltı verir —çorba pişirir, ekseriyetle de irmik çorbası— beni uğurlar ve ondan sonra yatardı. Ama bu 7—7:30'u bulurdu.
— Mutfak işlerine yardım ediyordu yani..
Yardım etmiyordu. Gece yazısının arasında mesela 12'de mutfağa girer, çok güzel yemekler pişirirdi. Fakat sonra o mutfağa girilmezdi tabii.

— Daha çok ne tür yemekler yapardı?
Alaturka yemekler. Patlıcanlı pilav filan gibi mesela. Yemek yapmak zannediyorum onun için bir hobi idi.

— Annenizden daha fazla girdiği oluyor muydu mutfağa?
Annem girmezdi.

— Başka ne tür hobisi vardı?
Radyo dinlerdi. O zamanlar radyonun ne müthiş bir icad olduğundan söz ederdi. Alaturka musikiyi büyük ilgiyle dinlerdi. Bir de radyoya çok sokulurdu. Çünkü annem o tür musikiden hoşlanmazdı.
— Evde annenizin sözü geçiyordu o zaman.
Bazen birinin, bazen diğerinin ama annemin sözü geçer gibiydi.

— Dini yaşantısı nasıldı? Konuşur muydu sizinle bu konularda?
Yeşil Gece kitabını biliyorsunuz. Ondan başka söyleyecek bir şeyim yok.

— Yazmayı iş edinenler genelde çok sigara tüketir. Babanız da çok sigara içer miydi?
Günde dört paket. O zamanın sigaraları incecikti fakat ölümü de ondan oldu zaten."
Reşat Nuri, 1956 yılında Londra'da tedavi görürken hayatını kaybeder: "Hastanede anneme demiş ki 'İyi ki Ela burada değil. Ne kadar acı çektiğimi görmüyor. Ona şükrediyorum.' Tabii ölümüyle beni çok kötü bir zamanda ortada bıraktı. Gelişme çağında idim. Ondan sonra kararlarımı, sürüklenmelerimi hep kendim götürmek zorunda kaldım. Yani o konuşmalar, sohbetler olmasa belki ben daha düz, belki daha sağlam, ayağı yere basan insan olurdum. Ondan sonra çok bocaladım tabii.
İlk eşi büyükelçi Tanşuğ Bleda

— Siz ne olmak istiyordunuz?
"Bilir miyim o yaşta? Sadece edebiyata ve okumaya büyük merakım vardı. O dönemde Levent çarşısında bir kitapçı vardı. Aziz Nesin işletiyordu onu. Sabahları da gazete dağıtımı yapıyordu bütün Levent mahallesine. Oraya sık sık gidip Pekos Bil vs. okuyordum. O zaman gelen bir gazeteci sormuş 'Ne olmak istiyorsun?' diye, ben de Teksas'a gidip kovboy olmak istiyorum demişim. Ve bu da gazetelerde çıkmış."
Ela Güntekin annesinin etkisiyle girdiği Dame de Sion'dan babasının vefatından iki yıl sonra, 1958'de mezun olur: "Sonra yurt dışında siyaset bilim okumak istiyordum, annem bir şekilde onu engelledi." Sonra İstanbul Üniversitesi Sosyoloji ve Felsefe Bölümüne girer. Ardından Sorbonne'da edebiyat üzerine eğitimine devam eder. Ela Güntekin bu yıllarda evlidir. Dışişleri'nde çalışan teyzesi Gaye Güntekin vesilesi ile tanıştığı, diplomasi merdivenlerini henüz tırmanmaya başlayan Tanşuğ Bleda ile evlenir (1961). Bleda, Mithat Şükrü ile akraba olmayıp, Paris, Tiran, Roma, Bonn'da görev yapan, Tahran'da büyükelçi, Paris'teki OECD'de Daimi Temsilci olan ve Paris Büyükelçiliği sırasında meslekte 42 yılını doldurarak emekliye ayrılan bir hariciyecidir. Ela Güntekin, Bleda ile 1967—68'e kadar evli kalır. Bu dönem Tanşuğ Bleda'nın Paris'e üçüncü katip olarak atandığı dönemdir. (Bleda, Hariciye'deki anılarını Maskeli Balo adıyla Doğan Kitap'tan yayınlamış ama Ela Hanım ile yaptığı evliliğe değinmemiştir.) Güntekin, eşinden boşandığı bu yıllarda TRT'de Merkez Program Dairesi'nde program uzmanı olarak çalışmaya başlar. Ankara Sanat Tiyatrosu oyuncularından Mehmet Keskiner de TRT'dedir. Ela Güntekin ikinci evliliğini Keskiner'le yapar ve Üzüm adında bir kız ve Yağmur adında bir erkek çocuk getirir dünyaya: "Sevgi ve Mümtaz Soysal çok yakın dostlarımdı. Bir akşam arabamın içinde Sevgi Soysal ve Mehmet Keskinoğlu ile birlikte iken İsrail Büyükelçiliği'nin önüne geldiğimizde durduk ve bir tartışma yüzünden Mehmet'e 'Yeter' diye bağırdım. Arabanın çevresini birden polisler sardı. Mümtaz Soysal hapiste, ben de mimli bir yer olan TRT'de çalıştığım için, icra—i rezaletten kendimi önce karakolda, sonra Mamak Cezaevi'nde buldum. Bir aya yakın cezaevinde kaldıktan sonra TRT'ye gittik. Genel Müdür Musa Öğün Paşa idi. 10 dakika sonra çağrılarak işimize son verildiği söylendi. Orada bazıları 'Sen Reşat Nuri'nin kızısın, senin için Musa Paşa'ya bir şey yapabiliriz' dedi. Ben de o ekmekten yemem dedim ve Mehmet'le birlikte istifa ettik."

Bundan sonra Güntekin'e kolay iş vermezler. Türkiye'deki yabancılara sağlık sigortası hizmeti veren bir şirkette kısa bir süre çalıştıktan sonra oradan da atılır. Sonrasında bir yabancı dil okulunda çalışır fakat burada da fazla tutunamaz.
'İnsanlar Reşat Nuri'nin kızı ne yaptı diye soruyorlar'

1973 veya 74'te de Mehmet Keskinoğlu'ndan ayrılan Ela Hanım, 1991'de emekli olduktan sonra Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olarak çalışır. Yine bu sırada özel dersler verir. Bu dönemde başladığı çeviri yapma işi, hayatının daha sonraki bölümlerinde yapacağı tek iş olacaktır. Şeyh Bedrettin'in Hayatı, Hatice Sultan ve Melling Kalfa gibi eski çevirilerinin yanında Osmanlılar ve Ölüm gibi eserlerle çevirilerine devam eder.

— Babanızdan dolayı sıkıntılar veya kolaylıklar yaşadığınız oldu mu?
"Dame de Sion'da okurken babam oraya müfettiş olarak gelmişti. Sonra bir ders arasında beni de müdirenin odasına çağırdılar, çay içiyorlardı. Ertesi gün, bir şey yapmadığım halde sudan bir bahane ile bana ceza verdiler. Ben de geldim babama yakındım. 'Şımarmandan korkmuşlardır' dedi. Yıllar sonra o Sör'ü Fransa'da bulup aynı soruyu ona sorduğumda aynı cevabı verdi. Babamın bir sözü vardı 'Şöhretler bedelini ödemek zorundadır' diye. Belki ondan dolayı ben onun kızı olmakla övünmedim, onu öne çıkarmadım, televizyona çıkmak istemedim, röportajlar yapmak istemedim, yani bir çeşit tevazu, herkes gibi olma, sıradan olmak arzusu... Onun için ayrıcalıklı bir muamele de görmedim. Ama babamdan dolayı en sıradan insanlardan çok sevgi, saygı gördüm. Ona da minnet duydum. Ne mutlu size. Halbuki yani bunun da bir bedeli var. İnsanlar karşınıza dikilip 'Sen ne yaptın bakalım?' gibi sualler soruyorlar."

Bergüzar Gökçe Kore biyografisi



Bergüzar Gökçe Korel, 2 Eylül 1982 ?stanbul doğumlu. Babası ünlü oyuncu Tanju Korel annesi Hülya Darcan. Zeynep isminde 1 Mart 1975 istanbul doğumlu birde kardeşi var. Bergüzar’ın isminin ingilizce çevirisi ise “Keepsake”. Bergüzar, Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro bölümü mezunu.

Oyunculuğa kendi isteğiyle başladı. Babası çok destek verdi. Oyunculuk ile tanışması lise yıllarında tiyatro üzerine bir iki çalışması ile oldu.

“Sihirli Anahtar” oyunculuk ajansına bağlı olarak çalışıyor.

Bergüzar Korel ilk oyunculuk deneyinimi, annesi Hülya Darcan ve babası Tanju Korel’in hem yapımcılığını üstlendikleri hemde oynadıkları TRT’de yayınlanan “Zeytin Dalı” isimli TV dizisinde yaşadı.

?kinci oyunculuk deneyiminde ise, senaryosunu babası Tanju Korel’in yazdığı “Kırık Kanatlar” dizisinde oynadı. Daha sonra “şen Olasın Ürgüp” isimli televizyon için yapılmış filmde oynadı.

Bergüzar’ın Kurtlar Vadisi Irak filminde oynama öyküsü ise ilginç. Filmde oynama teklifini, babası hastanede hayata gözlerini kapamadan iki dakika önce gelen telefonla almış. Babası Tanju Korel 21 Eylül 2005 tarihinde akciğer kanseri sebebiyle yaşamını yitirdi. Annesi, “Baban bu görüşmeye gitmeni isterdi” diyerek, görüşmeye gitmeye ikna etti.

Filmleri - Oyuncu (6 Film)
Adak 2006
Binbir Gece (şehrazat) 2006
Zeytin Dalı
?klim 2005
Kurtlar Vadisi Irak (Leyla) 2005
Cemalim 2005
Kırık Hayatlar

9 Şubat 2008 Cumartesi

Nick yapım siteleri

Bu siteleri kullanarak adınızdan hazır nick oluşturabilirsiniz...

http://msntr.com/nick-generator.php--->İsmini yazarak nick oluştur..

http://msntr.com/nick-generator-2.php--->Adınız yaz nick versin

http://msntr.com/mafya-nick-olusturucu-mafia.php
--->Mafya nickini öğren

http://msntr.com/arapca-nick-generator.php
--->Arapça nickini öğren

http://msntr.com/msn-renklinick.php
---->Renkli nick yap

http://msntr.com/kare-nick.php---->Kareli nickini yap

http://msntr.com/japonca-nick-generator.php--->Japon nickini yap

Hazir Mesajlar | Güzel Sözler | Burçlar | Aşk Sevgi sözleri | Sohbet | Astroloji | Haberler--->Nick yap



Sevdan Benim Olsun

Ben seni sevdim yücelttim sevdamı yüreğimde,
Özlemle seni beklemeyi sevdim ömrümce,
Seni öyle çok sevdim ki baharlar gönlümde,
Bir çiçek görsem düşüncelerimde sen,
Yavru bir kediyi okşasam usum da yine sen,
Sen var ya canım tek sevdiğim, benimsin sen.



Bir sevda güneşiydi doğmuştu dünyama,
İnsan başka bir şey ister mi hep aşk olsa,
Aşkla yaşamak, hep sevdiğinle olmak,
Rüyalarındaki sevgiliyi karşında bulmak,
Yanmak yalnızca bu aşk için yanmak,
Sevgiyi delice kalbinde saklamak.



Gizledim sevdamı,yüreğimin en kuytularına
Kimse görmesin almasın diye çırpındım yıllarca,
Bazen akan gözyaşlarıma güldüm anlamsızdı bana,
Beni benden çok seven biri vardı o da karşımda,
Yanıyordu ben gibi, bu sevgi hep çıkmaz sokakta,
Karışan gözyaşlarımız aktı herzaman aşkla.



Susma! sevdiğini herzaman bana söyle,
Yüreğim filiz versin senden gelen sevgiye,
Dudaklarımdaki hasret, mirastır sevdiğime,
Aşkla yaktım ben bu yolu, inat özlemine,
Lâvlar döşedim tren raylarına inat hasretine,
Ben yandım ama, seni de yaktım ölümüne.



Bir tek günüm sensiz geçerse, haram olsun bana,
Ölümlerden beter olsun yüreğim, başkasına akarsa,
Görmesin gözlerim, kalırsam yangınlarda,
Sevdan benim olsun uğramasın başkasına,
Çöllerde yaşasam bile,susuzluğum yalnızca sana,
Kurşunlarda kalsa da yüreğim hep yoluna..




(alıntıdır)

7 Şubat 2008 Perşembe

Gitme Kal diyemedim

Forum Grafik



Gitme Kal Diyemedim

Sabah erken terminale indim. Elimde tek gidişlik biletim. Çantamı yere bırakıp öylece beklemeye başladım. Bilinçsizce gözlerim etrafı tarıyordu, biliyorum beklemiyordun ama yinede gözlerim seni arıyordu eskiden kalma bir alışkanlıkla... Yolların yıllara, yılların yollara karıştığı bir zaman düşlüyorum. Sen uzun bir zaman önce gitmiştin bu şehirde biliyorum ama inatla gözlerim seni arıyordu yine de, arada geçen bunca zamana rağmen...

Soğuktu, Ankara’ya kar yağıyordu, üşüyordum... Benim de düşlerim yağıyordu Ankara’ya... Ellerimi cebime soktum bir süre öylece bekledim... Sanki biraz sonra bir köşeden çıkıp gelecektin, sadece birazcık geç kalmıştın; koşarak çıkıp merdivenleri gelip sarılacaktın hasretle...

Biliyorum uzaklardasın şimdi... Kimlerlesin kimbilir, yalnızsın belki de benim gibi şu an? Oralar da soğuktur belki, üşüyor musun? hala canını sıkıyor mu bir ömür tükettiğin bu hayat kavgası..?
Beni sorma! Suyu tükenmiş limanların denizlerine yürüyüp duruyorum hala... Hayatımın sesi kısılmış, yaşlanmış dudaklarımdaki kelimeler, kimse anmıyor, aramıyor artık beni... Unutulmuşum anlayacağın...

Beklerken gözlerin geldi gözlerimin önüne, dudakların, duruşun, gülüşün, sevgiyle bakışın... Sonra aklım ayrılığın bir burgu gibi işlediği yüzüne bakmaya, elini tutmaya korktuğum günlere gitti. Burgu ağır ağır işliyordu içime, ağır döndüğü içinde daha çok acıtıyordu... Ah kahrolası gururum, kahrolası kalbim, gitme kal diyemedim sana, gitme kal demeye varmadı dilim.

Bir ezginin müziği doluyor kulaklarıma, içim ürperiyor… Kalabalıkların arasında bir nehir gibi süzülüp gidiyor uzaklara kalbim. Hoşça kal sesleri yankılanıyor kulaklarımda… Birazdan herkes ayrı ayrı trenlere binip ayrı ayrı yönlere, farklı amaçlara gidecek. Tıpkı hayatın kendisi gibi.
İnsanın bekleyeni varsa, gitmekte, dönmek kavuşmak kadar güzel.


Sen gittiğinden beri hayatın bir anlamı kalmadı benim için.
Yıllardır bu terminale her gelişimde aynı acıyı duyarım, aynı özlemi hissederim, aynı hüznü yaşarım... Oysa aradan uzun yıllar geçmişti ama her şey daha dünmüş gibi gözlerimin önünde canlanıyordu...
Ne zaman bu terminale insem içim burkulur, gözlerim durup durup dolar. Her esen yelde, yağan yağmurda, çağlayan ırmakta, uğuldayan ormanda senin kokunu duyarım...
Her esintide soluğunu hissedip, içime ferahlık dolar ve her yokluğunu yokladığımda ruhum sızlar.

Çekip gitmiştin kalbinin bütün kapılarını kapatarak ardında.. Durmadan büyüdü içimde yokluğun. Günler aylar, yıllar geçip gitti ardına bakmadan ama sen yoktun gelmiyordun... Gelmiyeceğini biliyorum, beklemem nafile ama yine de köşe başlarına bakıyorum belki bir köşeden çıkar gelirsin diye...

Ellerim cebimde ağır ağır yürüyorum caddelerde, belki yetişirsin diye arkamdan, gözlerimi kapatırsın yine iki elinle... Ah kahrolası dilim, kahrolası hayat, gitme kal demeyi gururuma yediremedim... İçim ürperiyor, titriyorum ama üşüdüğümden değil.... Sensizliğimden, bu kalabalıklar içindeki yapayalnızlığımdan...

Özlem tek yönlü bir yol işte gidip de dönmeyen... Uzaktasın oysa ki bir ömür kadar biliyorum... Ve sen bir yel gibi esip gittin hayatımda ardına bakmadan, ben yelkenleri kırık tekneler gibi bakakalmıştım ardından yorgun denizler üzerinde...

Seni ne zaman ansısam bir hüzün şarkısı kırılır kalbimde; hiç unutamadım ki seni zaten, yıllar oldu buraları terkedip gideli, yıllar oldu ayrıyız, dudaklarımız biribirinden uzak, bedenlerimiz, ellerimiz, gözlerimiz uzak. Oysa aşk karşılıklı sevmektir, dokunmaktır, gerçek aşk paylaşmaktır hayatı. Hala kulağım sesinde, gözlerim etrafta seni arıyorum, çok uzaklarda olduğunu ve gelmeyeceğini bile bile... Kırık bir tebessümdür anımsadığım, bir sevda türküsüydü adın... Herkese bir şeyler verilir belki ama ben sana kalbimi verdim... Kalbimi de alıp gittin beraber uzaklara...

Çekip gittin hayatımdan düşlerimi ve anılarımı sarsarak.. Kahrolası hayatımda artık mutluluk olmayacak, teselli olmayacak. Hep bir boşluk, hep acılar, hep hüzünler olacak...

Şimdi güz sonu, kışa giriyoruz ben dört mevsim baharı yaşadım seninle. Dört mevsim çiçek açtın kalbimde, taze bir yaprak gibi yeşildin, sevgi çiçeğiydin, üzerine çiğ taneleri düşmüş kırmızı güldün, maviydin, beyazdın, bütün renklerde sevmiştim seni... Bir masal çiçeğiydin sen...
Seni severken hayatı da sevmiştim ben, dünyayı da, insanları da...

Uçup gitti sevgi kuşları hayatımda. Günlerin, gecelerin tadı kalmadı. Leylası kaybolmuş bir mecnunum, hiçbir çöl kabul etmiyor beni artık, Soğuk karanlık gecelerde kayıp çocuk resimleridir hüznün bir başka adı gözlerimde. Gittiğinden beri kayıp içimdeki çocuk... Ey kahrolası ben... kahrolası hayat... Kahrolası kalbim, kahrol......


Gitme Kal Diyemedim

Bir sevda dudağında tutsak kaldı özlemim
uzun kara trenler alıp götürdü seni
hasret boyu uzayan raylara döküldü gözlerim
bütün insanlar ağladı sen giderken.
bütün istasyonlar gözyaşlarına boğuldu
bir ben ağlamadım inanki, bir ben
ince bir duman gibi kaybolup gittin

oysa seni sevdiğimi söylememiştim daha
sensiz yaşamayacağımı,
sana aşkımı anlatamamıştım
gitme kal, giden ben olayım
gitme kal diyemedim
kahrolası gururum, kahrolası dilim

arkanı dönüp giderken
hıçkırıklar düğümlendi boğazıma
kızdım ,bağırdım , haykırdım, isyan ettim
yine de seni sevdiğimi söylemedim
ardında ağlayan bir çift göz
paramparça bir yürek
ve dalları kırılmış bir ağaç gibi baktım
ama gitme kal diyemedim
kahrolası gururum, kahrolası dilim

gittin hayallerim ardında yaprak yaprak düşüyordu
bir çocuk üşüyordu elleri cebinde
dalında bir gelincik ağlıyordu
bir dağ yanıyordu içimde
gitme, gidersen baharda git
sonbaharda gitme
yapraklar düşmesin ardında
diyemedim
kızdım ,bağırdım , haykırdım, isyan ettim
yine de seni sevdiğimi söylemedim
kahrolası gururum, kahrolası dilim
gitme kal diyemedim

.../
bir rüzgara açarım şimdi kalbimi
bir de sulara
alıp getirsinler diye sevgimi sana

bir tutam sevgiydi yaşam kalbimde
bir yudum hasret oldu
döküldü gözlerimde tane tane

gittin,
bir tren garında
ömrümü rayların arasında götürdün
oturdum bir köşede
öylece ağladım, kahroldum
bir sessiz çığlığın yarayla buluşmasıydı gidişin
ardından gitme kal, gözlerin yaralarımın tek merhemi
diyemedim

dizlerim, ellerim, yüreğim paramparça şimdi
suları çekildi canağacımın
asitli yağmurlar döküldü dallarıma
acılar topluyorum takvim yapraklarından her gece
gözlerime kan oturdu ey yar!..

her gece bekleyişler öldürür beni
gelmeyişler
bir de eriyişler hasretinden her gece

ah! gurbet ah! sen olmasaydın
ayrılık olmasaydı
hasret olmasaydı
ben olmasaydım
sen olmasaydın
aşk olmasaydı
kahrolmasaydım...

3 Şubat 2008 Pazar

Hareketli yazılı aşk avatarları


















Ateş Parçası Gözlerin



sana o ateş parçası gözlerinden tutkunum
ırmak kokulu sözlerinden vurgun
sen varsan bahar bahçe ömrüm
sen yoksan içimdeki filizimde solgun...


sifire saplı ruhumu aydınlattığında
gözlerin arasından süzülen bir bakış
yeniden yaşaya bilmek için bu anı
kaç kere yankılandı dilimden bu yakarış



sen varsan ferce erer ruhumu kabsayan kelepçeler
sen varsan muştumdur dudağına dair her mevsimin nakaratı
sen varsan tuallerim renk tutar yüzünün eşsiz rengiyle
sen varsan bir şarkı büyür içimde serin serin nefesinle
sen varsan varımdır ben...

sen yoksan.....
sen yoksan içimdeki filizimde solgun...
Alıntıdır

AğLa KaLbim...

Kalbim söyle ne oldu bize..



Nasıl ihanet ettik sözümüze



Ah kalbim sevme
İyi gelmez bize
Biraz çeksek bile
Çıkarız biz düze
Onu bir daha görmeyi
İnan istemezsin
Sana da acı verir bu son hallerim
Bilirim sende benim kadar kolay silemezsin
Ama şimdi başka renkte bakıyor gözlerim

Ağla kalbim ağla





Sen ağla kalbim ağla




Sus sesin duyulmasın

Seni Dilendim



Unutmadım, unutamadım seni,o öldüren sevgini,
vazgeçmedim senden umudu kesmedim gözlerinden,
bekledim doğan güneşle, belki o getirir diye seni,
karanlıkta yıldızlara sordum, yoksa onlar mı getirirdi sevdiğimi.

durmadım,yılmadım kalbimden, kalbine duyurana kadar sevgimi,
bitiremedim, nefret etsem bile bu yok eden özlemi,
canımı yoluna verdim, yıkılmamak için savaştım, ah bir görsen beni,
ben seni sevdim, ben sana kaldım, yeter artık çağır şu yüreğimi.

elimden gelen sadece büyük bir haykırış,
umutsuz belki, bir ihtimal bile olmasa da bu yakarış,
neden bir tanem, neden, gelsen şimdi biter her acı yine kalplerde barış,
sevgiye senin ki, hadi bir kalp bağışla bana, sanadır bu yalvarış.

görmüyor musun bitiyorum sensiz, eriyorum bir mum gibi,
hadi ateş ol tekrar yak beni, hatırla hor görme geçen günleri,
boş kalmasın anılar kalmasın yaşanmışlığıyla, koparma içimden,
bitsin bu ayrılık, ellerimi tut yine sen değil misin ki yaşamımın tek sebebi.

koş tekrar benimle aynı hayallere, sımsıkı tut bırakma benim gibi,
ben seni tutarken kaybetmemek için, yakala hadi attım sana kalbimi,
gördün mü ışığı geleceği gösteriyor şimdi, ayrılmayan ikimizi, bitmeyecek sevgimizi,
en güzel duyguların başladığı, senin bana gelen en saf halini.

anladın mı seni seven bir kalp var yeryüzünde, seni arayan,
buldun mu şimdi aradığını, yalnızlığın hain kollarında,
verdin mi kararını, uyandıracak mısın beni bu kötü rüyadan,
açacak mısın kollarını, yeniden ısıtacak mısın benimle varlığımı, yine her an

Alıntı

İçimdeki Sen

İçimdeki Sen

Herşey siyah beyazken
ben mavi bir düşte gizlendim
Misafir oldum uykularına..
Belki de gördüğün her rüyanın içindeydim,

ne zaman vazgeçmeye kalksam,
yüreğim o kocaman haliyle dikiliverdi karşıma
ama ben yine yüreğimin sesini dinledim
her sözcüğü denedim aslında seni anlatmak için
defalarca düşündüm..
ya sözcükler anlatamadı seni,
yada sen onlara yetmedin

Ne kendimi sakladım nede sözlerimi
Duygularim hep içtendi.

sana bağımlı olmadan buyuttüm ben bu sevgiyi içimde
hep bi ümit bekledim.
Üstelik kavuşmama ihtimali önümde koca bir taş gibi dikilip dururken...


Alıntı

YaĞMuRa YüRüYoRuM..



Yine yağmur yağıyor,
Bardaktan boşalırcasına düşüyor üstüme,
Dudaklarımda düğümlenen kelimeler,
Yağmura koşup yine bana dönüyor,
Ve ben yağmura yürüyorum.

Çaresiz çırpınışlarım bir fayda vermiyor artık,
Esrarına kapılıyorum damlaların,
Gülümsüyorum ölüme ben,
Aldanıyorum efsunkar bakışlara,
Kimi zaman boşa söylenen aşk sözleriyle ürperiyorum,
Ve ben yağmura yürüyorum.

Çisil çisil gözlerime akıp gidiyor,
Sel oluyor yüreğime yağmur,
Seninle dolan efkarımı ona anlatıyorum,
Sende, sende benimle yağ gönüllere diyor,
Ama ben yapamıyorum,
Kopamıyorum senden,
Ve ben yağmura yürüyorum.
Kaçıyorum hatıralardan,
Birer birer vuruyorlar beni can evimden,
Gözlerin beni öldürüyor her bakışında,
Kan ağlıyor gözlerim kimi zaman,
Şimdi yağmur olup yağmak vardı,
Zindan gecelerde gül gibi açmak vardı,
Vazgeçtim ben,
Susuyorum,
Ve ben yağmura yürüyorum...

Alıntıdır

Son İsteğim: 'Dön'

Son İsteğim: 'Dön'


............. Bak bir ömür bitti,
............... Bu son dileğim...
............... Dön!!! Taşı ağlattı yaralı yüreğim!


Onca zaman geçti hiç mi düşünmedin? Hiç mi için acımadı? Ömrümü aldın gittin, beni bitirdin, hiç mi kanına dokunmadı? Bak işte, bak bir ömür bitti...
Hiç birşey istemedim senden, "kal, ne olur gitme!" bile demedim, gitmeyi kafana koymuştun... Şimdi bir tek isteğim, bir tek dileğim var... Dön!
Yetmedi mi gittiğin yollar? Sıkılmadın mı boş hayatlardan? Bak dağlar, taşlar ağladı benimle... Açtığın yara her yeri yaktı, geçti, talan etti de, bir sen mi hissetmedin? Nasıl bir ruh taşıyorsun söylesene... Hadi, hadi dönsene!!!

............... Denizde kaybolmuş bir sandal gibiyim,
............... Seni sensiz yaşadım, öksüz mü öleyim?

Dalgalara kapılmış, bir o yana, bir bu yana savrulmak nasıl bir şey bilir misin? Kalabalıkta kayboldun mu hiç? Gittiğinden beri yolumu kaybettim ben, kendimi bulamıyorum, bulup hayata dönemiyorum. Ölüm geçiyor avuçlarımdan, sensiz tutamıyorum...
Seninle bile hep tek başımaydım. Dön hadi sensizlik yalnızlık olmaktan çıksın... Son bir dilek senden, geldiğini göreyim! Yaşadığım zamanı sensizliğe mahkum ettin, öldüğüm zamanı bari azad et sensizlikten... Yüzünü görmeden, sesini duymadan, seni hissetmeden kaybolmama izin verme! Hadi, hadi dönsene!!!

............... Bu senden son arzum,
............... Son dileğim!!
............... Ne olur aşkım kollarında can vereyim!

Bunlar son çığlıklarım, son haykırışlarım... Tamam sevmiyorsun, anladım... Ama bir kez yen kendini, düşünme hiç bir şeyi... Bir daha seni istemeyeceğim senden, söz! Bir kereliğine, kayboluşuma kadar, yalanda olsa sevsene... Hadi, hadi dönsene!!!






(alıntıdır)

Arama Motoru